Nefsimizin Küçük Eğitmenleri

Bebeğiniz doğduğunda değişen belirgin şeyler vardır. Bunlardan birisi uykusuz geçen bir dönem, bir diğeri beslenme düzeniniz, başka bir tanesi ise televizyon ile ilişkiniz… Bu listenin sonu bitmiyor. Yaşam bir anda, insan hayatında olabilecek en büyük hızla değişiveriyor.

O rahatsız bulduğunuz sandalyeler bile beş dakikacık şekerleme yapabilirseniz, size kendinizi cennette gibi hissettirebiliyor. Aslında daha önce varlığını önemsemediğiniz o sandalye şükür sebebine dönüşüveriyor. Farkındalığımızı artırmak için bir çocuktan daha iyi bir öğretmen olduğunu düşünmüyorum.

Belki sabırsız bir insansınız, daha doğrusu sabırsız bir insandınız. İnsandınız diyorum çünkü bebek dünyaya geldikten sonra sabırlı olmaktan başka çareniz yok. Ya çocuk haydi dediğinizde hazır değilse sinir olacaksınız ya da haydi demeyi bırakıp yaşamda onunla akıp kendi hızınızı yavaşlatacaksınız. İşte bir farkındalık daha. Çocukların hiçbir şey için aceleleri yoktur. Vipassana meditasyonunda anın farkındalığı vardır ve ben kendi şahsıma insanoğlunun kendine katabileceği en değerli armağanlardan biri olduğu fikrindeyim. Öğrendiğimizi her zaman uygulayamıyoruz ama bir bebek öyle mi? İstesen de öğretiyor, istemiyorum diye kendini bir çatışmanın içine soksan da öğretiyor. Anın öylesine farkındalar ki, ne haydi demenizin bir faydası var ne de aceleci davranmanızın. Onlar vipassana meditasyonunu kesinlikle bilerek doğuyorlar. Çok enerjik, belki çok hareketliler ama her anın farkındalar. Onların doğal ritimlerini bozmak yerine sabırlı olmanızdan, bir süre sonra çok değerli armağanları size sunmuş olacaklarının farkında olarak, bunun keyfini çıkartmanızdan ve nefsinizi saydamlaşırken tanık olmanızdan yanayım.

Kendi nefsiniz demişken ebeveynlerin nefislerine bakalım. Kendilerine ne kadar zaman ayırıyorlar dersiniz. Bebek sonrası ne tür sosyal etkinlikler onları bekliyor, göz atalım mı? Anne – baba olunca hangi yaşam yollarıyla nefslerini saydamlaştırma potansiyelleri varmış bir bakalım.

Bebek yeni doğduysa ilk aylarda sosyal etkinliğiniz sadece bir tanedir. Emzirmenin uyutmanın, sevmenin, bez değiştirmenin… vs. ötesine geçtiğiniz tek andır. Şekerlediğiniz o sandalyeye, koltuğa gitmek en büyük sosyal etkinlik, en büyük deşarjdır. Başka sosyal etkinlik yapamazsınız.

Bebeğin ilk aylarındaki anne ve babalar ele avuca gelse, ayaklansa da rahatça gezsek, birazcık uyusak, kendimize de zaman ayırmaya başlasak, derler. Ayaklanmak mı? Harika… Ayaklanıyor, meraklanmayın. Göz açıp, kapayana kadar ayaklanıyorlar. En büyük sosyal etkinlik parklar oluyor, maalesef alışveriş merkezlerindeki oyun merkezleri de bir başka sosyal etkinlik listesine giriyor. Oysa gönlünüz şöyle bir kafede kahve çay içmeyi, sinemaya gitmeyi, aylaklık edip bütün gün uyumayı arzuluyor. Ne mümkün… Tüm düzenin belirleyicileri oluveriyorlar. Onların hoşlanacağı yerlere gidiliyor. Tatil planlarınızı yaparken bile çocukla nasıl rahat ederiz, çocuk dostu bir yerler seçelim diye düşünüyorsunuz.

Oyuncak mağazalarına gitmek bir başka etkinlik olabilir. Biz oğlumuzun 1,5 yaşından itibaren oyuncak mağazalarını da ailece etkinlik alanına dönüştürdük. Oğlumuz orda oynamaktan mutlu. Özgürce oynuyor, sonra da oyuncakları almadan çıkıyor. Biz de çocuklukta oynamadığımız oyuncaklarla oynama fırsatı bulmuş oluyoruz. Nerdeyse her hafta sonu oyuncak mağazasına gidip oynuyoruz. Bazen oyuncak  da alıyoruz ancak çoğu zaman orada oynamayı tercih ediyor.

Peki kendi arzularından vazgeçerek orada bulunmalarına rağmen çocuklarını izleyen anne babaların yüzlerine dikkat ediyor musunuz?

Belki doğada ömür boyu yürümemiş bir çift, çocukları temiz hava alsın diye doğada yürüyor ve yüzlerinde müthiş bir tebessüm… Parkta çocukları oynayıp, kahkaha atarken anne babaların yüzünde muhteşem bir mutluluk oluyor. Oyun alanlarında, top havuzlarında yuvarlandıklarında, bir atın üzerindeki mutluluklarına şahit olduklarında yüzleri gülümsüyor. Her şeyi, tüm yorgunluklarını unutuveriyorlar.

Bir çiftin bebek doğmadan önce birbirlerine sordukları bir soru vardır. Bugün ne program yapalım? Oysa çocuk varsa onu veya onları nereye götürelim sorulan ilk soru oluyor.

Hz. Muhammed (S.A.V) ‘Ölmeden önce ölünüz.’ diyor. Bir sufi öğretmenin sohbetine katılmıştım. Bir anne, meyve yemek ister ama çocuğu yemek isteyince tüm arzularını çeker. Onun mutluluğundan öyle mutlu olur ki, kendi yemiş gibi hisseder diye örnek vermişti. İşte ölmeden önce ölmek tam anlamıyla budur demişti. Ölmeden önce ölmek adına ne kadar çok imkan ve olanak tanıyorlar görebiliyor musunuz? Her şeyi siz farkında olmadan, kendi doğallığında değiştiriveriyorlar. Siz ise en basit haliyle sosyalliği parkların, toprakla oynamanın, koşturmanın içinde deneyimliyorsunuz ve bu yaşamın en büyük mutluluğuna dönüşüveriyor.

Biraz daha büyüdüğünde ise onunla gidebileceğiniz sinema ve tiyatrolara gitmek, onu anaokuluna, okula, doğum günü kutlamalarına, kendi yaş grubunun sosyal etkinliklerine ve spor faaliyetlerine, kurslara götürmek, sizin sosyal etkinliklerinizin büyük bir bölümünü oluşturuyor.

Bebeğin doğumundan bir gün öncesine kadar yapabileceğiniz bir çok şey bir anda değişiyor ve buna gerçekten hazırlıklı olmak gerek. Tadını çıkarmak gerek, hazır olmasanız da gümbür gümbür geliyor zaten… Bebek dünyaya gelmeye karar verdi mi, hele bir de sizi seçti mi size rağmen geliyor. Vereceklerini veriyor, alacaklarını alıyor eğer almak isterseniz de sizin ona verdiklerinize kat kat katıp geri veriyor. Ebeveynlikte çocuğun gösterdiklerini görmeye açık olmak, insanoğlunun yapabileceği, uyanık bilinçte olmayı seçebileceği en değerli fırsat ve belki de yapılabilecek tek hazırlık da gözlerimiz pür dikkat açarak beklemek.

İyi ki varsınız Nefsimizin Küçük Eğitmenleri

20670 Comments